Gazetecilik yargılanıyor! İlk savunma Yeniçağ yazarı Murat Ağırel’den

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Libya’da şehit düşen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için tutuklanan OdaTV Haber Müdürü ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, OdaTV Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Oda TV muhabiri Hülya Kılınç, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ve Yeni Yaşam gazetesi yöneticileri Ferhat Çelik ve Aydın Keser 4 ay sonra bugün ilk kez yargıç karşısına çıktı.

Gazetecilik yargılanıyor! Tutsak gazeteciler hakim karşısında

İlk savunmayı Yeniçağ yazarı Murta Ağırel verdi. İşte Ağırel’in savunması

Bu habere ait şehitler hakkında da paylaşımlar yapılmıştı. Benim dikkatimi ise Habertürk Güvenlik Uzmanı olan askeri harekât konularında devamlı TV’lerde gördüğümüz ve şehitler konusunda en doğru bilgiler veren Abdullah Ağar’ın 19 Şubat’ta yaptığı “Vatan kimi zaman bilinen kimi zaman da BİLİNMEYEN kahramanlarıyla yükselir” yazıp ek olarak paylaştığı fotoğraflı paylaşımı çekti. (EK-8)

Her Türk evladı gibi ben de her şehit haberinde çok üzülüyorum. Çünkü şehitleriz “tane” değildir. Bir babadır, ağabeydir, oğuldur, kocadır, sevgilidir. Şehit şahadete erdiğinde can veren sadece kendisi değildir. Tüm sevdikleridir. Şehidimiz ister asker, ister polis, ister memur, ister vatandaş olsun. Hepsi bu toprakların evlatlarıdır. Hak ettikleri değeri göstermek zorundayız. Yapılacak tören bu değerlerden en önemlisidir.

İşte tam bu saikle, gazeteciliğin vermiş olduğu haber refleksi ile düzgün, doğru bilgileri ve düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Biraz daha sosyal medyaya baktım. “Sol” gazetesi bizim gazeteyi ve Batuhan Çolak’ı kaynak göstererek yine aynı saatlerde paylaşım yapmıştı. (EK-10) Şehitlerimizle ilgili haberlerin Batuhan ve Yeniçağ’da yayınlanma saati öğle sularındaydı. Çok basit bir araştırma ile şehitlerimizden birinin devre arkadaşlarının paylaşımını gördüm. (EK-11) “1993’lüler Derneği”nin paylaşımıydı. Şehidimizin de fotoğrafı vardı. Ancak farklı farklı fotoğraflar kullanılıyordu. Biraz daha bakındım. Muhtarın paylaşımına tekrar denk geldim. Şehitlerimizin baba adı, adresi, defin yeri bildiriliyordu (EK-12) Yorum kısmında da şehidimiz hakkında bilgi ve fotoğraflar vardı. Fotoğrafın üzerinde “bize emanet” yazılı bir logo ile “Türk Özel Kuvvetleri” yazılı bir adres vardı. (EK-13)

O adrese baktım. “Bordo Bereliler” adlı adrese de baktım. (EK-14) Ekşisözlük, Facebook, Twitter şehitlerimizin resimleri ile bilgiler ile doluydu. Şehitlerimizden biri albaydı. Diğerinin binbaşı olduğu yazılıydı. Sadece bir yerde yazılmıştı. Yorumların birinde de “meslek memuru” ifadesi vardı. İlk defa duydum. Memurun ne işi var orada dedim kendi kendime.

Devamlı askeri konularda bilgisine tanıştığım kişileri aradım ulaşamadım. Saat geç olmuştu. Dışişleri Bakanlığından emekli olmuş bir büyüğümü aradım. Şehitlerimiz hakkında bilgisi olmadığını sordum. Şehitlerimiz kimdi dedim. O da benim gibi sosyal medyadan gördüğünü tören yapılmadığı için çok tepkinin olduğunu söyledi. Sosyal medyadaki bilgilerden bahsettik, şayet gemide şehit olmuşlar ise yardım görevlisi subaylardır. Case officer, yani saha elemanı, meslek memuru denir bu yiğitlere dedi. “Ne yardımı götürüyorlardı acaba?” diye sordum. “Daha fazla kurcalama kimse bilmez onu” dedi. Sohbet ettik kısa süre.

Sonrasında iddianamede de yer alan paylaşımı yaptım. Paylaşım yaparken şehitlerimizin isimlerinin yanında rütbeleri de vardı aslında, harf sınırlandırması nedeniyle silmek zorunda kaldım. Bu paylaşımı yapmamda ki gayem şehitlerimizin şahadetini yüceltmek ve kahraman olan bu vatan evlatlarının hak ettiği ilgiyi ulaşmasını sağlamaktı. Düşünsenize bu topraklar uğruna can veren yiğitlerimizden “tane” diye bahsedilip geçiştiriliyor, tören dahi yapılmıyor. Hangi Türk evladı bunu kabul eder. Amacım bunları dile getirip şehitlerimizi yâd etmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu. Gazetecilik refleksi ile şehit olmuş askerlerimizin, kahramanlarımızın “tane” diye nitelendirilmesine, törensiz defnedilmesine binlerce kişi gibi tepki vermek ve şehitlerimiz hakkındaki doğru bilgiyi defnedilmesine binlerce kişi gibi tepki vermek ve şehitlerimiz hakkındaki doğru bilgiyi paylaşarak şahadetlerini yüceltmekti. (EK-15)

Paylaşımımı yaptıktan sonra küfür, hakaret ve tehdit mesajları geldi. Anlam veremedim. Çünkü benim paylaşımlarıma asla böyle bir şey yapılmazdı. Hesabımı gizli yani kilitli duruma getirdim. Paylaşımımı da avukatım Aylin Özgül Kırmızıoğlu’na gönderdim ve kontrol etmesini istedim. Ben de ertesi gün hazırlıklarını yapmaya başladım. Bir süre sonra avukatım aradı “hiçbir şey yok paylaşımda, şehit haberlerinden ne olur” dedi. Ben hazırlanmaya devam ettim. Yine de rahatsız oldum. Aklım takıldı. Paylaşımı kaldırmak istedim. Telefonumu elime aldığımda Turkcell servisinden bir mesaj aldım. (EK-16) “2 G’ye geçmek istiyor musunuz onaylıyor musunuz?” tarzındaydı. Anlam veremedim. Turkcell operatörü aramak istedim ancak telefonum arama yapmıyordu. Aynı mesajdan bir kez daha geldi.

Ters bir şeyler oluyordu. Twitter hesabıma baktım ancak giriş yapılamıyordu. (EK-17) Maillerimi kontrol ettim. Ona da erişemiyordum. (EK-18) Hesaplarım ele geçirilmişti. Uçak saatine kadar hesaplarımı geri almak için uğraştım başaramadım.

Sizi anlattığım haberleri sosyal medyadan derlemem ve şehitlerimiz hakkında paylaşım yapmam toplam 50-60 dakika içerisinde gerçekleşmiş ve sadece 43 dakika aktif kalmıştır. Sonrasında hesabımı ele geçirenler tarafından paylaşım kaldırıldı.

Sabah Batuhan Çolak aradı ve aynı şekilde hesaplarına el konulduğunu bildirdi. E-operasyon isimli bir makale yayımlandı. Haber nedeniyle çok kişi aradı röportaj yaptı. Sonrasında hesabımı el koyanlar tüm maillerimi ve tüm tweet paylaşımlarımı silerek bir paylaşım yaptılar. (EK-19) Bana da WhatsApp programı ile bir mail ve şifre gönderdiler (EK-20). Bu saatte hesabıma girebildim. Savcılığa da bu konuda suç duyurusunda bulundum (EK-21). O günden sonra konu kapandı.

Odatv haberi ile benim paylaşım arasında 11 gün vardı. OdaTV haberinden Barış Terkoğlu gözaltına alınınca ancak haberim oldu. Haberin içeriği hakkında bilgi sahibi olduğumda ise şaşırdım. Zira ben tören yapılmadığını biliyordum. Bunu da paylaşımımda belirtmiştim.

Barış Terkoğlu gözaltına alındıktan sonra benim ve Batuhan’ın da gözaltına alınacağımızı düşünüyordum. Zira kitabım “SARMAL”ın, “PELİKAN” adlı bölümünde belirttiğim tüm isimler beni hedef gösteriyordu. MİT’in ifşasından bahsediliyor ve ilk ifşanın ben ve Batuhan tarafından yapıldığı yazılıyordu. (EK-22) Hatta “Yeniçağ’ın MİT ifşasındaki rolü” manşeti atılıyordu. Bu paylaşımı yapan “Yekvücut” hesabıdır. (EK-23) Yine aynı isimler tarafından bu haber paylaşılmaya başlamıştı.

Beklediğim gibi oldu. 6 Mart günü Başsavcılıktan arandım. Savcı Yakup Kahveci’ye yönlendirildik. İfademi verdim. Savcının sorduğu her soruya cevap verdim. Sayın savcı bana paylaşımımı gösterdi. Paylaşım saat olarak 11:06 yazıyordu. Yanlış olduğunu söyledim.

Sayın Savcı bir videodan bahsetti ve videoyu kimin çektiğini tespit etmeye çalıştıklarını, fotoğraflarını sosyal medyadan bulunamayacağını bildirdi. Ben de kendisine fotoğrafların sosyal medyada yer aldığını videoyu görmediğimi bildirdim. Savcı diğer savcı ile bir yere gidip geldikten sonra tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildim.

8. Sulh Ceza Mahkemesi karşına çıktım. Savcılık ifademi tekrarladım. Belgeleri sundum. Mahkeme adli kontrol şartı ile serbest bıraktı beni. Tahliye olduktan birkaç saat sonra daha önce planlanan Ankara kitap fuarına katılmak üzere Ankara’ya hareket ettim. (EK-22)

Dönüşte arandığımı eski kayınvalidemin evine gidildiğini, kayınbiraderimin de Vatan Caddesine gidip tutanak tuttuğunu aranmam üzerine öğrendim. Polis memuru ile konuştum “beni arasalardı zaten gelirdim” dedim. Yolda olduğumu birkaç saate geleceğim bildirdim.

Avukatım ile birlikte gidip teslim oldum. Sonrasında 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldım. Savcı 11. Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz etmiş, Nöbetçi 5. Sulh Ceza olduğu için davaya bu mahkemenin baktığını öğrendim. Mahkemede savcının 24 saat dolmadan neden tutuklama istediğini öğrenmek istediğimizde “kaçma şüphesi” ve “delilleri karartma” gibi nedenlerin ileri sürüldüğünü öğrendim. Yani yeni bir gerekçe de yoktu. Aynı iddia ile 8. Sulh Ceza Mahkemesi tahliye etmişti. Savunmamı yaptım. Avukatlar savunmasını yaptı. Ara verildi. Sonra karar için içeriye çağırıldık. Ben savunma kürsüsüne tam geçmeden ve avukatlar daha salona girmeden, mahkeme başkanı bana “tutuklandın” dedi dışarı çıkardı. Avukatım Aylin Hanım itiraz etti ancak yararı olmadı.

Dışarıda kararı beklerken mübaşir kararı getirdi. Ben okumadan imzaladım. Avukatım Onur Cingil karar metnini imzalarken karara baktı, müvekkilim tahliye edilmiş dedi. Hepimiz şaşırdık. Evrakı mübaşir ile birlikte inceledik. Karar metninde 3 tane farklı karar vardı. (EK-25)

O esnada 13-15 avukat 3 milletvekili de evrakları kontrol etti. Tüm yaşananlar kameralarca kayıt edildi her an. Mübaşir bir hata yapıldığını söyledi ve evrakları almak istedi ancak vermedik. Mübaşir içeri gitti ve bu sefer kalem görevlisi ile geri geldi ve cam kenarında diğer suretleri incelediler. Ben de yanlarına gidip nasıl böyle bir şeyin olduğunu sordum. Anlamaya çalıştıklarını söylediler. Avukatlarım hâkim ile görüşmek istedi. Mübaşir durumu mahkeme başkanı bildirdiğinde sesler koridora kadar geldi. Sonra polisleri çağırdı mahkeme başkanı. Bir süre sonra düzeltilmiş karar geldi. Avukatlarım karara şerh düştüler ve tutanak şeklinde kararın altına yazdılar. (EK-26)

Polislerin nezaretinde Silivri’ye teslim edildim.

Bu anlattıklarım noktası ve virgül ile yaşadıklarımın tamamıdır. İlk günden itibaren tüm mahkemelere belgeleri ile birlikte itirazlarda bulunmamıza rağmen dikkate alınmadı ve ret cevabı verildi. Hukuki savunmayı avukatlarım yapacaklar, tabii ki ancak iddianamenin nasıl gerçekleri yansıtmadığını yine belgeleri ile anlatmak istiyorum. Şu ana kadar anlattıklarıma ait 21 belge dosyada mevcuttur.

İddia makamının düzenlediği iddianame 50 sayfa. Benden bahsedilen kısım sadece 2,5 sayfa. Bu 2,5 sayfa içerisinde tam 7 defa “ilk olarak”, 2 defa “ilk deşifre” ve 11 defa da “case officer” ifadeleri kullanılmıştır.

İddianameye giriş kısmında OLAY başlığı altında 7 Şubat MİT krizi olarak bilinen davaya ve MİT Tırları davasına atıf yapılmış ve üçüncü paragraf sonunda yapılan soruşturmalarda şüphelilerin FETÖ, PYD Silahlı Terör örgütü mensubu oldukları ve kapsamlı bir plan dâhilinde ve casusluk kastı vurgusu yapılmıştır.

Bizim yargılandığımız bu dava ile bağı belirtilmemiş olmasına rağmen, örnek olarak bu davaların hatırlatılmasının nedeni iddianamede yer alan “planlı hareket” ve “kast” iddialarının altını doldurma gayretidir.

Zira tüm sanıkların birbiri ile irtibatları HTS kayıtları, sinyal takibi ile tespit edilmiş, MİT, terör savcıları, emniyet güvenlik şube sanıkları hakkında kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Bunları ek klasörde görüyoruz. Sayın iddia makamına iddiasına delil olabilecek şahsım ile ilgili tek bir bulgu yoktur. Ne sanıklarla bir irtibatım ne de herhangi bir terör örgütü ile en küçük bağım bulunmamıştır. (EK-27) Çünkü yoktur. Sanıklardan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ı tanırım, bilirim. Yurtseverliklerine de kefil olurum. Barış Pehlivan ile en az 14 -15 ay Terkoğlu ile de o kadar zaman görüşmem olmamıştır. Telefon irtibatı olarak sadece Terkoğlu ile sohbet için bazen arardım. Ancak uzun zamandır onu da yapmadım.

Sayın Savcıların bu iddiasını ait bir delil bulunmamaktadır. Ancak çok basit bir şekilde bir arama yapılsa FETÖ terör örgütüne karşı verdiğimiz mücadeleyi, hem de 17/25 Aralık baz alınmadan 2007 yılından itibaren çok net şekilde görülürdü. Fetö üyesi kişileri yazdığımız için yazılarımız engellendi ve şu anda halen tazminat davasında yargılanmaktayım. Beni şikayet eden şahıs dava görülürken FETÖ’den tutuklanmıştır. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü hakkımda FETÖ/PYD, Bylock, 15 Temmuz öncesi, sonrası tüm gerekli araştırmaları yapmıştır. (EK-28)

Sayın İddia makamı yine aynı başlık altında TBMM’nin 02.01.2020 tarih ve 1238 karar numaralı 03.01.2020 tarih 30997 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren TSK’nın Libya gönderilmesi ile ilgili tezkere metnine yer vermiştir.

Tahminim İddia makamı bununla birlikte siyasal yarar başlığını desteklemek istemektedir. Bunun aksi görüşümün olduğunu yine delillendirmemiştir. Ben ise mahkemenize Türk ordusunun sınır dışına çıktığında ve Libya konusunda desteklediği mi belirtir yazılarımı mahkemenize sunuyorum. (EK-29)

Bu durumda MİT’in Libya’da görev yaptığını ilk duyuran kişi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. (EK-30) 2937 sayılı kanuna göre Cumhurbaşkanı suç mu işlemiştir? Kanunda “Cumhurbaşkanı” hariç diye bir ibare var mıdır? Bizler MİT’in nerede görev aldığını nasıl bilebiliriz?

İddaa makamı aynı paragrafta “şüpheli tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmişse de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır” denilmiştir.

İddianamenin 8 sayfasında “şehit MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları ve cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının görüntüleri bir plan dâhilinde sistematik ve koordineli biçimde twitter isimli sosyal medya hesapları ile bir kısmı gazete ve internet siteleri üzerinden ifşa edilmiştir” denilmiştir.

Şunu belirtmem gerekir ki benim Twitter paylaşımım ile diğer bahsedilen haber ve fotoğraflar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Sistematik ve planlı ise bu plan nedir? Bu konuda iddia makamının sunduğu tek bir delil yoktur. Bu yanlış bir tahmin, niyetten ibarettir.

Devletin en güçlü, en tecrübeli ve en kapsamlı araç gereçlerine sahip olan MİT, terör savcıları, emniyet birimleri böyle bir durum olduğunda daha önceki davalarda olduğu gibi şemaları ile birlikte sunmaz mıydı?

Ben bu ibarenin anlamını gerçekten bilmiyordum. Ancak Sayın Savcı dahi “case officer”ın anlamının olay subayı olduğunu, resmi bir terim olmadığını ve istihbarat çalışanları arasında kullanılan bir terim olduğunu, meslek memuru ibaresinin de kurum görevlisi olduğunu belirtmiştir. MİT’in yaptığı suç duyurusunda dahi bu ifade yer almamaktadır.

Sayın İddia Makamı, beni tutuklayabilmek ve tutukluluğu devam ettirebilmek için tek sığındıkları ibare budur. “Case officer”ın Türkçe karşılığı olay subayı olmasına, subay sadece TSK’da kullanılmasına rağmen benim istihbarat manasında kullandığımı iddia etmektedir. İngilizce-Türkçe sözlüğe bakınca sadece istihbarat anlamında kullanmadığını çok rahatlıkla görürsünüz.

Sayın Mahkeme ve sayın savcıya bazı belgeler sunuyorum. Zira bu sunduğum belgeler iddianame savcılarının bütün niyetlerini boşa çıkaracak niteliktedir.

İlk belge bir elaman arama sitesine ait, hem de Türk bir site. Site adı www.gelbaşla.com. Bu sitede bir eleman arama ilanı var. Aranan elemanın görevi tam da savcıların iddia ettiği gibi “case officer”. Kim adına, hangi kurum adına aranıyor dersiniz?

Kamu yararına çalışan dernek statüsüne sahip olan, yönetiminde eski başbakanın eşinin dahi bulunduğu “Yeryüzü Doktorları” adlı yardım kuruluşu. İddianamedeki iddiaya göre bu dernek istihbarat ajanı arıyor. Bu da demek oluyor ki, bu dernekte istihbarat faaliyetleri yürütüyor. Değil mi? Böyle bir iddia nasıl akla mantığa uygun olabilir? Mantıksız değil mi? İşte savcılık makamının iddiası da bu kadar mantıksızdır. (EK-32)

Yeryüzü Doktorları adlı dernek “case officer” ilanı ile raporları denetlemek ve yazmak, şirket içi stratejik ve planlama toplantılarına katılmak vs. gibi görevler için sözleşmeli personel arıyor aslında.

Yeryüzü Doktorları Derneği “caseofficer” ilanı ile nasıl istihbarat elemanı aramıyorsa, ben de tweetimi de bu imayı kasti yapmadım.

İddia makamı yine “caseofficer” kelimesinin yurt dışında kullanıldığı, istihbarat yetkilisi anlamına geldiğini belirtmektedir. Mahkemeye yine bu iddianın doğru olmadığını gösterecek dünyanın çeşitli yerlerinde paylaşılmış “caseofficer” iş ilanlarını sunuyorum: (EK-33)

Mesela www.jobsite.co.uk adlı İngiltere’nin en büyük eleman arama sitesindeki bir ilanı sunuyorum; 21 günlüğüne saati 9.3 sterline çalışan aranıyor.

Yine İngiltere’de www.charityjop.co.uk adlı sitede yer alan ilanda “caseofficer” ibaresi yer alıyor. Peki ne aranıyor: Bağış toplama düzenleyicisi.

www.reed.co.uk adlı sitede “caseofficer” adı ile farklı görevlerde aranan eleman ilanlarını görebilirsiniz.

Yine Linkedin adlı sosyal paylaşım sitesinde Kızılay’da çalışan yetkilinin, Rekabet baş uzmanı bir kişinin tanım bölümlerine “case officer” yazdığını, buna benzer yüzlerce örneğin olduğunu çok rahatlıkla görebilirsiniz. (EK-35)

Ayrıca benim, iddia makamının düşünme sınırlarını zorlayarak art niyetli dile getirdiği ifşa iddiasını yapmak istediğimi düşünelim. Bu ifşa için yüzlerce yöntem var ki bunu, kendi resmi Twitter hesabından yapmak en ahmakça yöntem olsa gerek.

İddia makamının hiçbir delil ve somut verilere dayanmayan akıl ve mantığın sınırları zorlanarak yapılan suçlamanın gerçeği yansıtmadığı aşikârdır.

İddianamenin 7. Paragrafında: “Şüpheli Murat Ağırel’in kullandığı 5322784.. numaralı GSM hattının görüşme kayıtları incelendiğinde, suça konu paylaşımı yaptığı gün saat 14.46 da şüphelinin Sputnik isimli haber ajansına ait (Rossiya Segodnya Uluslararası Haber Ajansı Türkiye İrtibat Bürosu adına kayıtlı) 2128093.. numaraları sabit telefonla 914 saniye, 15 dakika 14 saniye görüşme yaptığı tespit edilmiştir.” denilmiştir.

Bahse konu telefon görüşmesi Türkiye’de 6 yıldır yasal faaliyetlerini yürüten SputnikRS FM’deki Ahu Özyurt’un programına canlı yayında bağlanıp Sarmaladlı kitabım hakkındaki konuşmamdır. Deşifresini, YouTube kaydını, radyonun açıklamasını mahkemenize sunuyorum. (EK-35)

İddia makamı bu görüşme ile ifşa iddiasına yurtdışı bağlantılı olduğu algısını yaratmak istemiştir.Davada gizlilik kararı olmasına rağmen HTS kayıtları, ilk günden itibaren hakkımda yalan çarpıtılmış maksatlı haber yapan gazetelere servis edilmiştir. Bu gazeteler “15 dakikalık sır görüşme” manşeti ile çıkmış, televizyon kanalları dakikalarca bu görüşmeyi Sputnik ismini vermeden sır görüşü olarak iletmiştir. (EK-36)

Sanırım bu da tesadüftür.

Sputnik radyonun yasadışıymış gibi sunulması ilk değildir. Daha önce SETA isimli düşünce kuruluşunun bir raporunda da yer almıştır. Tesadüf, bu bilgi de kitabımda yer almaktadır.

Sayın Başkan Değerli Heyet

Lütfen bana bu iddianın, bilginin, neden iddianamede sanki bir suç deliliymiş gibi sunulmasının mantıklı izahını yapar mısınız? Sayın iddia makamı akla mantığa sığmayan tamamen hayal sınırlarını zorlayan iddialarını, içeriğini sunduğum HTS kaydı ile desteklemeye çalışmıştır.

Radyo programına katılmak suç mudur? Suç ise bu radyo kanalı neden açıktır? İktidar mensupları da bu radyoya bağlanıp görüş bildirmişlerdir. Onlar da suç ise bu suçu işlememişler midir?

İddianamedeki bu iddia ve delil de gerçeği yansıtmamaktadır.

İddianamenin 9 sayfasında 4. Paragrafta:“Erk Acarer isimli kişi ile eş zamanlı olarak yazılı basın aracılığıyla da duyurularak yaygınlaştırılmaya çalışıldığı.” Denilmiştir.

Sayın Başkan;

Ben Erk Acarer’i tanımıyorum. Hiç iletişimim olmadı. Kendisiyle daha önce tanışmadım. Mahkemelerin tamamına verdiğimiz itiraz dilekçesinde bu kişinin paylaşımlarını delil olarak sundum, dosyada tamamı mevcuttur. Yazılı basın aracılığıyla nasıl yaygınlaştırdığımız, nerede yaygınlaştırdığımız belirtilmemiştir, dosyaya delil sunulmamıştır.

İddia makamı iddianamenin 15. sayfasında savunma ve mahkeme aşamalarında belirttiğimiz “ifşanın ifşası olur mu, olmaz, mahkeme kararları var” savunmamıza istinaden karşı tez olarak AYM’nin 30.12.2015 Tarihli 2014/122 E. 2015/123 K sayılı Resmî Gazete’nin 29640 sayısında 01.03.2016 Tarihinde yayımlanan karar içeriğinde de:”Aynı maddenin dava konusu 3 fıkrasında ise denilmek suretiyle bu husus ayrıca bir başlık altında incelenmiş olup ifşa edilmiş olsa dahi MİT başkanlığının görev ve yetkilerinden doğan faaliyetlerine ve bu faaliyetler kapsamında görev alan personellerine ilişkin bilgilerin yayımlanması yayılması veya açıklanmasının ayrıca bir suç olarak düzenlenmesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmiştir.” denilmiştir.

Ne yazık ki ben AYM kararında böyle bir açıklamayı göremedim. Aksine şöyle yer almaktadır: “Maddenin 3. Fıkrasında düzenlenen dava konusu kuralla MİT mensuplarının ve ailelerinin kimliklerinin ifşa edilmesinin suç olarak ön görülme nedeni, bu kişilere ve ailelerine kendileriyle aynı durumda bulunan kişilere nazaran özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak değil yürüttükleri görevler nedeniyle kimliklerinin ifşa olmasının MİT mensuplarının görevlerini yerine getirme imkânı ortadan kaldırılması ve kendileri ile birlikte ailelerinin güvenliklerini tehdit altına sokmasıdır dolayısıyla dava konusu kural ile anılan kişilerin özel durumundan kaynaklanan nedenlere dayalı olarak farklı bir kuralın düzenlenmesi söz konusu olup bunun eşitlik ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.” (EK-37)

Yani AYM kararına göre korunan MİT mensubunun yürüttüğü görev nedeniyle ifşa olmasının önlenmesidir. Yani hem hâlihazırda ifşa olmuş bir bilginin suç oluşturmayacağı hem de vefat etmiş bir MİT mensubunun, bence buna ait bilgilerin yürütmekte olduğu herhangi bir görev kalmadığından bu madde kapsamında suç olmadığı bu karar ile açıktır.

İddia makamı bilerek isteyerek kastederek AYM kararını çarpmıştır mı demeliyiz şimdi? Sizce bu yapılanlar art niyeti fazlası ile aşmamış mıdır?

İddianamenin 18-19 sayfasında yer alan soruşturmaya başlanıldıktan sonra yürütülen dezenformasyon faaliyetleri başlığı altında yine aynı şekilde şüpheli Murat Ağırel’in 08.03.2020 tarihinde tutuklanması talebiyle sevk edildiği İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliğince serbest bırakıldığı şeklinde bir kısım yayın organlarında Murat Ağırel hakkında birbirinden farklı iki karar başlığı altında yalan haberler yayımlanmış ve sahte olarak düzenlenen sorgu tutanağı sosyal medyada dolaşıma sokulmuştur. Söz konusu sahte belge düzenleyenler kullananlar yayanlar hakkında sahtecilik suçundan ayrıca soruşturma başlatılmıştır denilmiştir.

Bu olayın ayrıntılarını anlatmıştım buradan sizin huzurunuzda sesleniyorum. Adalet Bakanlığı, HSK ve mahkemenize suç duyurusunda bulunuyorum. O gün bir hukuk cinayeti işlenmiştir. Savcılık makamı olayı kapatmaya çalışmak istemektedir ve soruşturma ile korkutmaya çalışmaktadır.

Yine daha önce de belirttiğim medya organları ve şahısları da aynı doğrultuda kullanılmıştır Bu da tesadüf olsa gerek.

Bu evrakları yani mahkeme kararlarını mahkemenize sunuyorum. Şayet sahte ise orada bulunanlar UYAP kare kodunu nasıl vermişlerdir? UYAP numarası nasıl tutturulmuştur? İlk karar ile ikinci karar metinlerinde bulunan yazım hatalarını nasıl tahmin etmişlerdir?

Mahkemenin kararından sonra yapıldığını iddia ediyorsa; onlarca avukat, üç milletvekili, Çağlayan Adliyesi’nin kamera kayıtları ortadadır. Hepsi tanıklığa hazırdır. Ayrıca olay gerçekleştiğinde, 5.Sulh Ceza Mahkemesi Başkanı yeni bir dava duruşmasındadır. O davada bulunan avukatlar, sanıklar, katipler yaşananları ve mahkeme başkanının polislere verdiği emirlere polislerin cevaplarına mahkeme başkanının telefon konuşmasına şahitlerdir.

Savcılık makamı başlattığı soruşturmada kimi dinlemiştir? Kamera görüntülerini izlemiş midir? Avukatların karardaki şerhlerini okumuş mudur?

Ben ikinci defa hukuk cinayetine tanık oldum. Maktul yine bendim.

Hukuk cinayetinin işlendiği mahkeme kararı ile tutuklandım. Gerçeği öğrenmek yerine savcılık makamı sahte diye baskı kurmuştur. Mahkemeler sunduğumuz dilekçeleri görmezden gelip katalog suçları terör suçları gibi dava konusu ile alakası olmayan maddelerle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Tüm soruşturma sürecinde gizli kalması gereken bilgiler medyaya servis edilmiş ve kamuoyunda dava ile ilgili algı yaratılmaya çalışılmıştır. Aynı yapılar tarafından silinen tweet mesajlarım sanki suç gibi servis edilmiştir.

NSA ve CIA ajanı olan Edward Snowden’in, “Sistem Hatası” adlı kitabının 155. sayfasında “Casusların kendi aralarında, sosyal ilişkiler kurmalarını sağlayan kendi tarzında bir Facebook’u var. Casuslara kurum ekipleri, çalışmaları ve görevleri hakkında bilgiler sunan kendi tarzında bir wikipedi ve bir de casusların bu dağınık gizli ağda arama yapmaları için Google’ın kurum içi kullanım amaçlı versiyonu var.” diye belirtmiştir.

Bunun gibi çok çeşitli haberleşme yöntemleri varken, hainlik yapacak kişi kendi resmi tweetter hesabından mı paylaşım yapar?

Türk Dil Kurumu’na göre ifşa, gizli bir şeyi açığa çıkarmak demektir. Alenileşmiş bir bilginin devlet sırrı kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olabilir mi? Gizli olmadığı gibi ifşası da söz konusu değildir.

Düşünün MİT’in Libya’ da görev yaptığı Cumhurbaşkanı tarafından tüm dünyaya ilan ediliyor. Gemi vurulduğu haberi yapılıyor. Cumhurbaşkanı sözcüsü yalanlıyor. 19 Şubat’ta konunun uzmanları, muhtarlar, şehitlerin arkadaşları paylaşımlar yapıp fotoğraflarını paylaşıyor, cenaze töreninde yakalara fotoğraf takılıyor, yüzlerce kişi cenazeye katılıyor, cenazeden canlı yayın yapılıyor, MİT başkanlığı çelenk gönderiyor, Cumhurbaşkanı Libya’da şehitlerimiz var diye açıklama yapıyor, yüzlerce binlerce paylaşım yapılıyor. Bunlar ifşa olmuyor. Benim paylaşımımın 11 gün sonra ifşa kastı olduğuna karar veriliyor.

Bu hangi mantığa, hangi hukuka, hangi vicdana sığmaktadır? Amaç nedir? Bu kadar tesadüf fazla değil midir? Yoksa savcılığın asıl amacı yine kitabımda da yer alan bir kişinin daha savcı sorgusuna girmeden yazdığı gibi “elbet bu iftiraların hesabı sorulacaktır” itirafı mıdır? (EK-38)

Gazetecilik benim çocukluk hayalimdi. Mesleğe başlamama sebep olan Uğur Mumcu’dur. Gazeteci kalemini namusu bilir. Yurtseverlik, milliyetçilik, Atatürkçülük ülküsünden ayrılmaz. Yalana dolana paraya tamah etmez. Bugüne kadar belgesiz tek bir makale yazmadım yanlış hiçbir bilgiyi de paylaşmadım.

Evet ben daha önce ifşa yaptım. Yoksulun, fakirin alın terini sömüren, kamu kaynaklarını yağmalayan, din bezirgânlarını ve çeteleri belgeleri ile ifşa ettim. Uyuşturucu baronları hakkında yazdım, ölüm tehditleri aldım. Savcılığa 1.5 yıl önce başvurdum, soruşturma açılmadı. FETÖ üyelerinin nasıl yurtdışına kaçtığını yazdım. Tazminat davası açtılar. Davayı açanlar tutuklandı, ben hala yargılanıyorum. Yaptığım bir tane yolsuzluk haberine bile dava açmadılar. Tamamı belgelidir çünkü. Şayet suçum, tutuklu olmamın sebebi bu ise bundan onur duyarım.

Bir toplumu ayakta tutan temel dayanaklarından biri Adalet duygusudur. Bu duygu bir kez yara aldı mı demokrasinin temelleri de sarsılmış demektir. Adalet bağımsız mahkemeler eliyle dağıtılırsa adalet duygusu güçlenir. Çağdaş demokrasilerde adaleti dağıtacak suçluyu suçsuzu ayırt edecek tek yetkili organ mahkemelerdir.

Milyonluk soygunlara, yolsuzluklara, yoksulluğa alıştırılan Türk halkı hukuksuzluğa da alıştırılmaya çalışılmaktadır.

Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayan demektir. Hukuk devleti ilkesi, insan hakları ile ilgili bütün ilkelerin anasıdır. Bugün karşı karşıya olduğum çağdışı hukuk uygulamaları, keyfi soruşturma süreçleri, hukuk devletine yakışmamaktadır.

Hukuk adli hataların değil; barış, düzen ve adaletin aracıdır. Bugün adaletin tecelli edeceğine inanıyorum inanmak istiyorum.

Yüce mahkemenizin toplum vicdanını rahatlatacak, haksızlığa hukuksuzluğa dur diyeceği kararı vereceğine inanıyorum.

Mahkemenizden öncelikle tahliyemi, sonrasında ise suçsuzluğumun nişanesi beraatimi talep ediyorum.

Gazetecilik yargılanıyor! İlk savunma Yeniçağ yazarı Murat Ağırel’den

Yorumlar kapalı.